ANKARA ANLAŞMASI’NIN ELLİNCİ YILDÖNÜMÜ İLE İLGİLİ İKV AÇIKLAMASI Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Ortaklık Anlaşması’nı (Ankara Anlaşması) 12 Eylül 1963 tarihinde imzalayışından bu yana 50 yıl geçmiştir. Bu süre zarfında 1970 tarihli Katma Protokol ile Ortaklığın geçiş koşulları belirlenmiş, 1995 itibarıyla ortaklığın son aşaması olan gümrük birliğine geçilmiş ve 1999 Helsinki Zirvesi ile Türkiye AB üyeliğine aday olmuştur. Bugün Türkiye AB’ye katılım müzakerelerini yürüten bir aday ülkedir. Ancak bu süreçte zorluklar devam etmekte, üyelik müzakerelerindeki durağanlık ve tıkanıklık süregitmektedir. İki taraf da gerek yakın ticari ve ekonomik ilişkiler ve ortak siyasi çıkarlar, gerekse sosyal, insani ve kültürel bağlar ile birbirine bağlıdır. Bu açıdan üyelik karşılıklı ilişkileri düzenleyen en iyi formül olmaya devam etmektedir. İlişkileri bir sonraki düzeye, yani üyelik yoluyla entegrasyona taşıyacak bir ivme ve hamleye acilen ihtiyaç bulunmaktadır. Günümüzde de bundan 50 yıl önce imzalanan Ankara Anlaşması ilişkilerin temel hukuki altyapısını oluşturmaktadır. Ankara Anlaşması AET’yi kuran Roma Antlaşması’nı model almış olup, iki taraf arasında malların, hizmetlerin, emeğin ve sermayenin serbest dolaşımını öngörmüştür. Bugün bu özgürlükler arasında sadece sınai malların serbest dolaşımı gerçekleşmiştir. İşçilerin serbest dolaşımının 1986 itibarıyla gerçekleştirilmesi öngörülse de, siyasi nedenlerle engellenmiştir. Ankara Anlaşması Türkiye’nin üyelikten kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirebilmesine bağlı olarak üyeliği de öngördüğünden, aday ülkeyi üyeliğe hazırlamayı amaçlayan bir katılım öncesi anlaşmasıdır. Bu şekliyle 50 yıl geçmesine rağmen, hala hayata geçirilememiş olan birçok boyutu bulunmaktadır. Türkiye için AB üyeliği hedefi bir devlet politikası olmaya devam etmektedir. Zamanın Türk hükümeti ortaklık için AET’ye başvuruda bulunduğunda, tam üyeliğe en yakın formül olan gümrük birliğine dayalı bir ortaklık modelini tercih etmiş ve bu tercihini kararlılıkla sürdürmüştür. Ankara Anlaşması imzalandığında zamanın AET Komisyonu Başkanı Alman Walter Hallstein, Türkiye’nin yerinin Avrupa olduğunu ve bu anlaşmanın da Türkiye’nin kaderini Avrupa’ya bağladığını ifade etmiştir. Günümüzde yakın çevremizdeki karışıklıklara, iç savaşlara, otoriter rejimlere baktığımızda Türkiye’nin kaderini Avrupa’ya bağlama tercihinin ne kadar isabetli ve hayati önemde olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Türkiyemiz Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar gibi farklı alt bölgelere komşu olan, Asya ve Avrupa’nın geçiş noktasında yer alan, Doğu ve Batı medeniyetlerinin sentezini oluşturan, zengin kültürel ve tarihsel birikimlere sahip olan özel konumdaki bir ülkedir. Bu konumu Türkiye’nin çok yönlü ve derin bir dış politika izlemesini sağlamaktadır. Ancak bir ülkenin birçok farklı bölgede etkili politikalar yürütebilmesi için bu bölgelerden birinde güçlü bir çıpası olması gerekir. Nitekim Osmanlı’nın 1856 Paris Konferansı’nda Avrupa devleti olarak ilan edilmesinden beri ve özellikle Cumhuriyetin dış politikası, dış ilişkilerde bir denge arayışına öncelik vermiş ve bunu yaparken de temel eksenini Avrupa’ya odaklamıştır. Günümüzün değişen dünyasında Türkiye’nin dış politika öncelikleri ve dış dünyaya yönelimleri çeşitlense ve yoğunlaşsa da, temel öncelik ve yönelim Avrupa’ya olmalıdır. AB projesinin sadece bir dış ilişki biçimi veya ekonomik ortaklık değil, bir toplumsal ilerleme projesi olduğu unutulmamalıdır. Gerek Türkiye’nin ekonomik kalkınması, gerekse demokratikleşmesi açısından AB perspektifi önemini sürdürmektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede insan hakları, ekonomik gelişmişlik, eğitim düzeyi gibi birçok standart açısından AB model oluşturmaya devam etmektedir. Halen dış ticaretimizin yüzde 38’i AB ile yapılırken, Türkiye’ye gelen yabancı yatırımların yüzde 77’si AB ülkelerinden kaynaklanmaktadır. Son dönemde Türk sanayinin rekabet gücünün artmasında gümrük birliği ile AB pazarına girmenin büyük katkısı olmuştur. 1999 Helsinki Zirvesi sonrasında gerçekleştirilen demokratikleşme hamlelerinde de AB perspektifi itici rol oynamıştır. Günümüzde Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan tıkanıklığın giderilmesi ve sorunların çözüme ulaştırılması üyelik perspektifinin canlandırılması ile mümkün olacaktır. İKV, gümrük birliğinden kaynaklanan sorunları her platformda gündeme getirmektedir. Bu sorunlar vize sorunu, AB’nin üçüncü ülkeler ile imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarında Türkiye’nin yer almaması sorunu ve Türk kamyonlarına uygulanan kota sorunudur. Türkiye AB ile gümrük birliği ilişkisi içinde olmasına rağmen, AB ortak dış ticaret politikasının oluşturulma sürecinde yer alamamakta, karar alıcı olamamaktadır. AB’ye aday olmasına rağmen Türk vatandaşlarına AB ülkelerine girerken vize çilesini yaşamaya devam etmektedir. Gümrük birliğinde serbest dolaşımdaki malları taşıyan Türk kamyonları AB’ye girerken kota uygulaması nedeniyle engellenmektedir. Tüm bu sorunların çözüme kavuşturulmasında üyelik sürecinin nihai hedefe doğru sürdürülmesi büyük önem taşımaktadır. Bu şekilde Türkiye, AB politikalarının belirlendiği karar alma sürecinde yer alarak, gerek Avrupa yönetişimi, gerekse küresel ekonomi ve siyasette ağırlığını hissettirecektir. AB ile yaşadığımız ortak sorunların çözümünde de Türkiye’nin AB kurumlarında üye olarak yer alması ortak değer ve çıkarların korunmasında önemli bir etki yapacaktır. AB müzakerelerinin canlandırılmasında, AB’nin tutumunun ve iradesinin yanında, Türkiye’nin tavrı ve kararlılığı da etkili bir rol oynayacaktır. AB ülkeleri ve kurumlarına Türkiye’ye verilen sözlerin yerine getirilmesi yönünde gerekli çağrıları yaparken, Türkiye olarak da bu sürecin nihayete erdirilmesinde kararlı ve dirençli olmamız gerektiğini unutmamalıyız. Günlük olaylar ve konjonktürel gelişmeler bizi hedefimizden alıkoymamalı ve günümüzde de Türkiye için AB üyelik perspektifinin neden önemli olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Hükümetimiz AB üyelik müzakerelerinin başlatılması amacıyla kısa bir sürede çok önemli reformlar gerçekleştirmiştir. AB ilerleme raporlarında belirtilen menfi hususlara karşı reformların şevk ve kararlılıkla devam ettirilmesi arzu edilir. Özellikle yargı bağımsızlığı ve kişi hak ve özgürlükleri konusunda geriye gidildiği izlenimini veren uygulanmalardan kaçınılmalı ve AB sürecinin ülkemiz için devam eden önemine binaen, siyasi reformlar, teknik mevzuat uyumu ve diplomasi alanında gerekli adımlar vakit kaybetmeden atılmalıdır.
|