AB Tarihçe
AVRUPA BİRLİĞİ'NİN TARİHÇESİ Avrupa kıtasında bir 'birlik' oluşturma fikri 14. yüzyıldan itibaren tarihçileri, filozofları, hukukçuları ve siyaset adamlarını cezbetmiştir. I.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'da bir 'Birliğin' oluşturulmasına yönelik önemli fikirler üretilmiş olmasına rağmen bunların olgunlaşıp benimsenmesi ancak II. Dünya Savaşı sonrasında mümkün olmuştur. Bu sürecin ilk sonucu, siyasi temelli ve insan haklarını koruma, çoğulcu demokrasiyi sağlama amaçları üzerine kurulmuş bir uluslararası örgüt olan Avrupa Konseyi'nin 1949 yılında Strazburg'da kurulması olmuştur. 9 Mayıs 1950'de Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Eski Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Jean Monnet'nin tasarısına dayanan ve birleşik Avrupa'nın temellerini atan Schuman Planı'nı yayımlamıştır. Schuman Planı, Avrupa'da barışın kurulabilmesi için Fransız-Alman dostluğunun şart olduğunu belirtiyor ve bu çekirdek etrafında Avrupa'nın bütünleşmesi gerektiği görüşünü esas alıyordu. Plana göre, yüzyıllardır Avrupa'da süregelen Fransız-Alman çekişmesini ortadan kaldırmanın yolu, yüksek bir otoritenin yönetimi altında, Fransız-Alman ortak kömür ve çelik üretimini sağlamak ve söz konusu örgütü bütün Avrupa ülkelerinin katılımına açık tutmaktı. Bu çerçevede, 1951 yılında Federal Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg, Paris'te imzaladıkları bir Antlaşma ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu (AKÇT) kurmuşlardır. Böylece AKÇT ile devletler, tarihte ilk defa, kendi iradeleri ile ulusal egemenliklerinin bir kısmını uluslarüstü bir kuruma devretmişlerdir. II. Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmış, milyonlarca vatandaşını kaybetmiş, ekonomik ve siyasi yıkım yaşayan Avrupa'da, entegrasyonun başta savaş sanayi olmak üzere o dönemdeki endüstriyel gelişim için büyük önem taşıyan bu iki sektörde başlaması tesadüf değildir. Nitekim kömür ve çelik sektöründe başlayan bu ekonomik entegrasyon Avrupa'da sürekli barışın sağlanmasının ilk adımı olmuş ve bugünkü Avrupa Birliği'nin temeli böylece atılmıştır Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun kurulmasından sonra, Avrupa Savunma Topluluğu ile Avrupa Siyasal Topluluğu'nun oluşturulmasına yönelik girişimler meydana gelmiş ancak bu çabalar sonuçsuz kalmıştır. Bir taraftan NATO'nun kurulması, diğer taraftan Avrupa bütünleşmesinin önce ekonomik alanda gerçekleşmesinin daha gerçekçi olacağı düşüncesi, çabaları ekonomik alanda yoğunlaştırmış ve 25 Mart 1957'de Roma'da Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu (AET) kuran Antlaşma AKÇT üyesi 6 ülke tarafından imzalanmıştır. AET gibi Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) da 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşması ile kurulmuştur. 1965'de kurucu üyelerin imzalamış oldukları 'Birleşme Antlaşması' (füzyon antlaşması) sonucunda, AKÇT, AET ve EURATOM için tek bir Konsey, Komisyon ve Parlamento oluşturulmuş, bütçeleri birleştirilmiş ve 'Avrupa Toplulukları' terimi kullanılmaya başlamıştır. Aynı dönemde, diğer bazı Avrupa ülkeleri (Avusturya, Danimarka, Norveç, Portekiz, İsveç, İsviçre ve İngiltere) İngiltere'nin önerisiyle 1960 yılında Stockholm'de imzalanan bir anlaşma ile Avrupa Serbest Ticaret Alanı'nı (EFTA) kurmuşlardır. EFTA ülkeleri kendi aralarında sanayi ürünlerinde gümrük ve eş etkili vergilerle diğer kısıtlamaları kaldırmışlar, ancak üçüncü ülkelere karşı ulusal mevzuatlarını uygulamayı sürdürmüşlerdir. Bu temel farkın dışında, o dönemde EFTA ile AET'nin önemli farklarından bir diğeri de EFTA'nın tarım sektörünü serbest ticaret alanı içine almaması olmuştur. Zaman içinde üyelerinin büyük bir kısmının AET'ye katılmasıyla eski önemini yitirmiş olan EFTA bugün, İzlanda, Liechtenstein, Norveç ve İsviçre'den oluşmaktadır ve AB ile EFTA'nın üç üyesi arasında (İzlanda, Liechtenstein, Norveç) bir Avrupa Ekonomik Alanı (AEA) kurulmuş durumdadır. 1968 yılında Gümrük Birliği'nin tamamlanarak yürürlüğe girmesiyle üye ülkelerin gümrük alanları, tek bir gümrük alanı haline gelmiştir. Birliğin ilk genişlemesi, 1972'de İngiltere, Danimarka, ve İrlanda'nın Topluluğa üyelik antlaşmalarının imzalanmasıyla gerçekleşmiş, ardından 1981'de Yunanistan ve 1986'de İspanya ve Portekiz'in katılmasıyla üye sayısı 12'ye yükselmiştir. 14 Haziran 1985 tarihinde Almanya, Belçika, Fransa, Lüksemburg ve Hollanda tarafından imzalanan Schengen Antlaşması; taraf ülkelerin ortak sınırlarında kişilere tüm vize ve gümrük işlemlerinin kaldırılması ve üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik ortak vize ve gümrük işlemleri uygulanmasını öngörmüştür. İtalya (1990), İspanya ve Portekiz (1991), Yunanistan (1992), Avusturya (1995), İsveç, Finlandiya ve Danimarka (1996) da imzalayan ülkeler arasına katılmıştır. Birlik üyesi olmayan İzlanda ve Norveç'in de AB'nin serbest dolaşım alanına dahil edilmesi amacıyla, bu iki ülke ile 18 Mayıs 1999 tarihinde anlaşma yapılmıştır. 5 Haziran 2005 tarihinde de İsviçre, yapılan referandum sonucu Schengen Anlaşması'nı kabul etmiştir. 1 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi ile Avrupa Topluluklarını kuran Antlaşmalar, ilk kez kapsamlı bir biçimde tadil edilmiştir. Avrupa Tek Senedi ile yeni ortak politikalar saptanmış, mevcut olanlar geliştirilmiştir. Bu çerçevede Roma Antlaşması'na sosyal politika, ekonomik ve sosyal uyum, çevre gibi konularda yeni maddeler eklenmiştir. Ayrıca, 'işbirliği usulü' adı verilen bir sistem çerçevesinde Avrupa Parlamentosu'na Komisyon'un yasa koyma önerilerini ikici kez değerlendirmek suretiyle yasama sürecini daha yakından etkileme imkanı verilmiştir. Yine Tek Senet ile, daha önce oybirliğinin gerekli olduğu, Ortak Gümrük Tarifesi'nde değişiklik yapılması, hizmetler, sermayenin serbest dolaşımı, ortak ulaşım politikaları konularında alınan kararların nitelikli çoğunluğa dayanması kararlaştırılmıştır. Üye ülkeler arasında 'Avrupa Siyasi İşbirliği' aracılığı ile dış politikada işbirliği yapılması da Tek Senet ile karara bağlanmıştır. Avrupa Topluluğu'nda tek para birimi ve ortak bir merkez bankası sistemine dayalı bir 'ekonomik ve parasal birlik' ile ortak dış politika ve savunma politikası perspektiflerine dayalı 'siyasi birlik' kurulmasını öngören Avrupa Birliği Antlaşması ise (Maastricht Antlaşması) 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanmış ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Maastricht Antlaşması ekonomik faaliyetlerin uyumlu ve dengeli gelişimini; enflasyonsuz, sürdürülebilir ve çevre korumasına önem veren bir büyümenin sağlanmasını; üye ülke ekonomilerinin uyum içinde birbirlerine yaklaşmasını ve Avrupa vatandaşları için daha güçlü bir Birlik yaratılmasını hedeflemiştir. Antlaşma kapsamında, -
tek paraya geçilmesini sağlayacak bir ekonomik ve parasal birliğin kurulması; -
AB vatandaşlarına yaşadıkları ülkenin belediyelerinde seçme ve seçilme hakkı veren bir Avrupa vatandaşlığının oluşturulması; -
Avrupa güvenliğini sağlayacak ve demokrasi ve insan hakları gibi ortak değerleri savunacak bir ortak dış ve güvenlik politikasının meydana getirilmesi; -
Birliğin iç güvenliğini sağlamak üzere hukuk ve içişlerinde işbirliğinin sağlanması konuları ele alınmıştır. Ayrıca, eğitim, kültür, kamu sağlığı ve tüketicinin korunması, ulaştırma, vize politikası ve sanayi politikası gibi belirli politika alanları da Antlaşma kapsamı dahil edilmiştir. Bu alanlarda oluşturulacak ortak politikalar ve ilgili AB mevzuatı üye ülkeler üzerinde bağlayıcı olacaktır. Antlaşma'nın getirdiği çok önemli bir yenilik de 'yetki ikamesi' ilkesidir. Buna göre, ancak herhangi bir sorunun boyut ve niteliği nedeniyle, AB düzeyinde müdahalenin üye devletlerinkinden daha etkin olacağı hallerde AB yetki kullanacaktır. Bu gelişmeler neticesinde, Maastricht Antlaşması ile Avrupa Toplulukları (AKÇT, AET, EURATOM) Avrupa Birliği (AB) bünyesine dahil edilmiştir. Avrupa Birliği'ni kuran bu Antlaşma ile AB'nin 'üç temel sütunu' oluşturulmuştur. Birinci sütun, Roma Antlaşması ile oluşturulan Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ile Paris Antlaşması'yla kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğundan meydana gelmektedir. Ekonomik ve parasal birlik ve daha önce bahsedilen yetkiler de bu sütuna dahildir. İkinci sütun, Ortak Dışişleri Güvenlik Politikasını (ODGP) içermekte ve Avrupa çapında bir savunma politikasını başlatmayı hedeflemektedir. Üçüncü sütun ise, Adalet ve İçişlerini kapsamaktadır. Bu çerçevede, göç ve siyasi iltica alanlarında aralarındaki işbirliğini artırmak isteyen üye ülkeler bir Avrupa Polis Ofisi (Europol) kurmuşlardır. Ancak ikinci ve üçüncü sütun, karar alma mekanizmaları ve hükümetler arası karakterleri nedeniyle birinci sütundan farklıdır. Bu alanlarda, üye ülkeler, AB Zirveleri ya da Bakanlar Konseyi kanalıyla girişimde bulunabilirler. Ancak bu çerçevede alınan kararlar siyasi nitelikte olup Adalet Divanı önünde bağlayıcılıkları yoktur. Ayrıca Maastricht Antlaşması varolan karar alma mekanizması yöntemlerini (Parlamento onayı, danışma ve işbirliği) bazı yeni alanlara genişletmiş ve buna ek olarak, yeni bir yöntem olan 'ortak karar alma' prosedürünü düzenlemiştir. 1 Ocak 1993'te Tek Pazar'ın oluşmasıyla birlikte, 12 üye ülke arasında malların, sermayenin, hizmetlerin ve insanların serbest dolaşımı tam anlamıyla sağlanmıştır. Haziran 1993'te ise AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının AB'nin Merkez ve Doğu Avrupa Ülkelerini (MDAÜ) kapsayacak şekilde genişlemesi yönünde karar aldıkları Kopenhag Zirvesi'nde, AB'ye üyelik kıstasları belirlenmiştir. 'Kopenhag Kriterleri' olarak bilinen bu koşullar, AB üyelik başvurusu kabul edilen tüm aday ülkeler tarafından yerine getirilmesi gereken asgari koşulları ifade etmektedir. Siyasi ve ekonomik kriterler ile müktesebat uyumu olmak üzere üç grupta toplanan bu koşullar şunlardır; -
Siyasi kriterler: Avrupa Birliği Anlaşması'nın tam üyelikle ilgili maddesine eklenen demokrasinin güvence altına alındığı istikrarlı bir kurumsal yapı, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarına saygı koşullarıdır. -
Ekonomik kriterler: iyi işleyen bir pazar ekonomisi ve AB içindeki piyasa güçlerine ve rekabet baskısına karşı koyabilme kapasitesidir. -
Topluluk müktesebatının kabulü: AB'nin çeşitli siyasi, ekonomik ve parasal hedeflerine bağlılık. Birlik, 1 Ocak 1995'ten itibaren 'Avrupa Birliği' (AB) olarak anılmaya başlanmış, aynı yıl Avusturya, Finlandiya ve İsveç'in katılımıyla 15 üyeli hale gelmiştir. Tek para birimine geçiş ve AB'nin genişlemesine ilişkin sürecin belirlenebilmesi amacıyla Mart 1996'da başlatılan Hükümetlerarası Konferans 16-17 Haziran 1997 tarihlerinde gerçekleştirilen Amsterdam Zirvesi ile tamamlanmıştır. Zirve toplantısında, AB'nin 5. genişleme sürecine başlaması ve 1 Ocak 1999 tarihinde tek para birimi olan Euro'ya geçilmesi teyit edilmiştir. Ayrıca Ortak Dışişleri ve Savunma Politikası, Adalet ve Güvenlik Politikası ve Maastricht Antlaşması üzerindeki bazı değişiklikleri içeren Amsterdam Antlaşması imzalanmış ve Mayıs 1999'da yürürlüğe girmiştir. Amsterdam Antlaşması'nın hedeflerinden biri Avrupa Birliği'nin, Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerine doğru genişleme perspektifi dikkate alınarak, kurumsal ve siyasal yapısının güçlendirilmesi olmuştur. Ancak Antlaşma genişleme konusunda temel kurumsal mekanizmaları oluşturmada bekleneni verememiş, buna rağmen ortak karar mekanizmasını daha kolay işler hale getirecek bazı önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Amsterdam Antlaşması'nın en önemli sonuçlarından biri, adalet ve içişleri konularının büyük bir kısmını Birinci Sütun kapsamına almak ve yeni öncelikler koymak suretiyle bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı yaratmasıdır. Nitekim Antlaşma'nın ana hedefi 'dış sınır denetimleri, göç, sığınma ve suçla mücadele ve önlemeye ilişkin uygun tedbirler aracılığıyla, kişilerin serbest dolaşımının garanti edildiği bir özgürlük ve adalet alanı yaratarak Birliği korumak ve geliştirmek' olarak tanımlanmıştır. Adalet ve içişleri alanlarında işbirliği konusunda Maastricht Antlaşması'nda sadece 'demokrasinin ilkeleri' ve 'temel haklar' yer alırken, Amsterdam Antlaşması'nda AB'nin özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ile hukuk devleti ilkeleri üzerine kurulu olduğu belirtilmektedir. Avrupa Topluluğu, Amsterdam Antlaşması ile, AB içinde kişilerin serbest dolaşımı için gerekli olduğu ölçüde, göç ve iltica, dış sınırlar, ve medeni hukukta adli işbirliği konularında mevzuat çıkarma yetkisine sahip olmuştur. Ayrıca Antlaşma ile insan hakları alanında önemli bir adım atılmıştır. Antlaşma'nın 7. maddesine göre, insan haklarını sürekli ve ciddi olarak ihlal ettiği tespit edilen bir üye devlete karşı diğer üyelerin yaptırım uygulama hakkı doğmuştur. Bu maddeler şimdiye dek hiç uygulanmamış ancak uygulanabilme ihtimalinin varlığı dahi, üye ülkelerin insan hakları uygulamaları konusunda daha dikkatli davranmasını sağlamıştır. Öte yandan Amsterdam Antlaşması ile, 'polis, ceza ve gümrük işbirliği' Üçüncü Sütunda bırakılırken, "vizeler, iltica, göç ve kişilerin serbest dolaşımıyla ilgili diğer politikalar" Birinci Sütun kapsamına alınmıştır. Ayrıca Antlaşma kapsamına, Schengen Anlaşması da alınmış, böylece AB müktesebatının bir parçası olan Schengen müktesebatına aday ülkelerin uyum sağlaması gerekliliği doğmuştur. 12-13 Aralık 1997 tarihlerinde yapılan Lüksemburg Zirvesi'nde ilk kez, 11 aday ülke arasında bir sınıflandırma söz konusu olmuştur. Kopenhag siyasi kriterlerini karşılayarak müzakerelere başlayan ülkeler (Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Polonya, Slovenya ve GKRY) 'ilk dalga', siyasi kriterleri yerine getirmemiş ve henüz müzakereye hazır görünmeyen diğer ülkeler (Bulgaristan, Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovakya) ise 'ikinci dalga' ülkeleri olarak adlandırılmıştır. Bu ülkelerin mevzuatlarının ana başlıklar itibariyle Topluluk müktesebatına uyumunu tespit etmek amacıyla bir analitik inceleme süresi başlatılmıştır. Genişleme süreci bir yandan devam ederken, AB, derinleşme çabalarını da sürdürmüştür. 1 Ocak 1999 tarihinde Euro, 11 üye ülkede (Almanya, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İrlanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Portekiz) resmi para birimi haline gelmiş ve üye ülkelerin ulusal paralarının Euro'ya dönüşüm oranları geri dönülemez bir şekilde sabitlenmiştir. Danimarka ve İngiltere ile katılım şartlarını karşılayamayan Yunanistan ve İsveç ise 'adaylar' olarak kalmışlardır. 1 Ocak 2002'de Avrupa ortak para birimi Euro, 12 ülkede resmen tedavüle girmiş, banknot ve madeni para olarak kullanılmaya başlanmıştır. İyileşen ekonomik durumu sayesinde Yunanistan da Euro alanı için katılımcı ülke olmaya hak kazanmıştır. 23-24 Mart 2000 tarihlerinde gerçekleştirilen Lizbon Zirvesi'nde ise, AB'nin istihdamı güçlendirmeye ve bilgi üzerine kurulu bir ekonomi çerçevesinde ekonomik reform ve sosyal uyumu gerçekleştirmeye yönelik yeni stratejisi tanımlanmıştır. Lizbon Stratejisi olarak adlandırılan bu yeni yaklaşım ile başlayan süreç çerçevesinde AB'nin 2010 yılına kadar; 'daha çok sayıda ve daha iyi iş ve daha büyük bir toplumsal uzlaşmayla, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilecek, bilgiye dayalı dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi' haline getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak Lizbon Stratejisi'nin kabul edilmesinden 2005 yılına dek geçen beş yıllık süre içinde öngörülen hedeflere ulaşılamadığı gözlemlenmiştir. Bunun üzerine AB Komisyonu tarafından Lizbon Stratejisi'ni canlandırmak üzere 2005-2010 dönemi için yeni bir Sosyal Gündem oluşturularak 9 Şubat 2005 tarihinde açıklanmıştır. 7-9 Aralık 2000 tarihlerinde yapılan Nice Zirvesi'nde AB üyesi ülkeler, genişleme süreci kapsamında AB'nin gerçekleştirmesi gereken kurumsal reformlarla ilgili olarak Şubat 2000'de oluşturulan Hükümetlerarası Konferans (HAK) çerçevesinde varılan sonuçlar temelinde Kurucu Antlaşmalara değişiklik getiren bir Antlaşma üzerinde uzlaşmaya varmışlardır. 26 Şubat 2001 tarihinde imzalanan Nice Antlaşması, tüm üye ülkelerde onaylanmasının ardından 1 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Başlıca amacı Birliği, yeni üyeler alarak genişlemeye hazırlamak olan bu Antlaşma, 15 üye ülke ve 12 aday ülkenin (Türkiye hariç) AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu'ndaki üye sayıları dağılımı ile AB Konseyi'nde karar almadaki oy ağırlıklarını belirlemiş, Bakanlar Konseyi'ndeki ağırlıklı oy oranlarını değiştirmiştir. 1 Mayıs 2004 tarihinde 10 ülke, Çek Cumhuriyeti, Estonya, GKRY, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya'nın katılımıyla Birlik, beşinci ve en büyük genişlemesini gerçekleştirmiştir. 28 Şubat 2002 tarihinde AB Anayasası taslağını oluşturmak üzere 105 üyeli 'Avrupa'nın Geleceği Kurultayı' toplanmıştır. Kurultay, 16 aylık bir dönemin sonunda çalışmalarını tamamlamış ve taslak metni Hükümetlerarası Konferans'ta görüşülmek üzere AB Dönem Başkanlığı'na sunmuştur. Avrupa için bir Anayasa oluşturan Antlaşma Taslağı, 17-18 Haziran 2004 tarihlerinde Brüksel'de gerçekleştirilen Zirve sonunda kabul edilmiştir. AB Anayasası, üye ve aday ülke liderleri tarafından Roma'da imzalanmış böylece 29 Ekim 2004 tarihinde son şeklini almıştır. AB Anayasası, Avrupa Birliği üye ülkelerinin siyasi bir birlik kurma yolunda attıkları en önemli adımı teşkil etmekte ve AB'nin temelini oluşturan kurucu antlaşmalar ile bugüne kadar onları değiştiren tüm antlaşmaları tek ve yeni bir metinde bütünleştirmektedir. 12 Ocak 2005 tarihinde Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilen Anayasa'nın yürürlüğe gireceği tarih olarak Anayasal Antlaşma'da 1 Kasım 2006 belirtilmiştir. Ancak Anayasa'nın yürürlüğe girebilmesi için tüm üye ülkeler tarafından onaylanması gerekmektedir. Halihazırda, üye ülkeler, kendi Anayasaları tarafından belirlenen sisteme göre 'parlamento veya referandum kanalıyla- onay sürecini sürdürmektedir. Ancak, üye devletlerden birinin dahi Anayasal Antlaşma'da belirtilen tarihe dek onaylamaması halinde yürürlüğe giremeyecek olan AB Anayasası zorlu bir onay süreci geçirmektedir. Özellikle, Fransa ve Hollanda'da gerçekleştirilen referandumlarda çıkan 'hayır' kararı olumsuz etki yaratmıştır. Bu durum karşısında, 16-17 Haziran 2005 tarihlerinde Brüksel'de düzenlenen AB Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesi'nde, AB Anayasası onay sürecine ilişkin olarak, referandumlardan çıkan 'hayır' sonuçlarının üye ülkeler arasında 'domino etkisi' yaratmasını önlemek için onay sürecine bir yıl ara verilmesine karar verilmiştir. İngiltere, İrlanda, Portekiz, Danimarka, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya karara uygun olarak onay sürecini dondururken, G.Kıbrıs ve Lüksemburg gibi bazı üyeler süreci durdurmayarak AB Anayasasına onay vermiştir. 1 Ocak 2007 tarihinde Bulgaristan ve Romanya Avrupa Birliği üyesi olmuştur. Böylece, AB üye sayısı 27'ye yükselmiştir. Aynı zamanda Birlik'te kullanılan resmi dillerin sayısı 23 olmuştur. Taslak Anayasa'nın Fransa ve Hollanda'da yapılan referandumlar sonucunda reddedilmesinin ardından 2007 yılında,başta kurumsal değişikliklerin yapılması ve karar alma süreçlerinin basitleştirilmesi amacıyla Lizbon Antlaşması üzerinde çalışmalar başlamıştır. 13 Aralık 2007 tarihinde Lizbon'da imzalanan Antlaşma, reddedilen Anayasa'da yer verilen sembolik öğeleri kapsamamakta ancak kurumsal ve işleyişe ilişkin değişiklikleri korumaktadır. Antlaşma ile getirilen önemli değişiklikler şu şekilde özetlenebilir: -
Avrupa Topluluğu'nu kuran Antlaşma'nın adı 'Avrupa Birliği'nin İşleyişine İlişkin Antlaşma' olarak değiştirilmektedir, -
'Avrupa Topluluğu' ve 'Topluluk' ifadeleri 'Birlik' ile değiştirilerek Avrupa Birliği'ne tüzel kişilik kazandırılmaktadır, -
Konsey başkanlığı sistemi değişmekte ve iki buçuk yıllığına atanacak bir başkan gelmektedir. Altı aylık dönem başkanlığı sistemi ise, üç ülkenin 18 aylık bir başkanlık takımı oluşturması ile değiştirilmektedir. -
Dış politikada etkililiğin artırılması amacıyla 'Dışişleri ve Güvenlik Politikası Birlik Yüksek Temsilcisi' getirilmektedir. Yüksek Temsilci'nin, görevlerini, yine bu Antlaşma'da belirtilen Avrupa Dış Faaliyetler Servisi ile işbirliğinde yürütmesi öngörülmektedir. Bu bağlamda, Avrupa Birliği Antlaşması yeni Madde 13A, gerekli çalışmaların Antlaşma imzalandığı anda başlaması gerektiğini belirtmektedir. -
Avrupa Komisyonu'nun üye sayısının 2009 yılından itibaren Üye Devlet sayısının üçte ikisi olması öngörülmektedir. AB Üye Devletleri sayısının bu işleme uygun olmaması halinde karar Konsey'e bırakılmaktadır. -
Ulusal parlamentolar, Komisyon tarafından halihazırda gayrı-resmi olarak yapılan bilgilendirmenin, sekiz hafta içinde Antlaşma'da belirlenen kurum tarafından yapılması şartı ile karar alma süreçlerine yakınlaştırılmaktadır. -
Olağan yasama usulü olarak tanımlanan ortak karar usulünün kapsamının genişletilmesi ile Avrupa Parlamentosu'nun rolü güçlendirilmektedir. AP'ye aynı zamanda Komisyon Başkanı'nı seçme yetkisi tanınmaktadır. -
Yeniden düzenlenen nitelikli çoğunluğa göre, 2014 yılından itibaren kararlar; AB nüfusunun %65'inin ve üye ülkelerin %55'inin desteği ile alınabilecektir. Ancak, 2017 yılına kadar üye ülkeler Nice sistemine göre oylama yapılmasını talep edebileceklerdir. Yeni sistem üye ülke nüfuslarının önemini artırmaktadır. -
Antlaşma'nın imzalanmasından bir gün önce Strazburg'da kabul edilecek Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, bazı üye devletlerin dışarıda kalmasına rağmen, diğer Üye Devletler için hukuki bağlayıcılık kazanmaktadır. -
Güçlendirilmiş işbirliği, üye devletlerin, AB çerçevesinde, diğer üyeler dahil olmasalar da gruplar halinde hareket edebilmeleri ilkesine dayanmaktadır. Grup üyeleri, diğer AB Üye Devletleri'ni davet etmeden nitelikli çoğunluk ile karar alabilmektedi. Bu model, dış politikaya ilişkin tüm alanlarda uygulanabilecektir. Malta ve GKRY, 1 Ocak 2008 tarihinde Avro'ya geçmiştir. Böylece 27 üyeli AB’de Avro Alanı’na dahil ülke sayısı 15’e çıkmıştır. Lizbon Antlaşması’nın kabulünü referanduma götürme kararı alan tek ülke olan İrlanda’da 12 Haziran 2008 tarihinde yapılan referandumda Lizbon Antlaşması, oyların yüzde 53,4’ünün aleyhte kullanılması sonucu reddedilmiştir. 19-20 Haziran 2008 tarihinde toplanan AB üye ülke devlet ve hükümet başkanları Zirvede, İrlanda’nın Lizbon antlaşmasını reddetmesi sonrasında AB’nin nasıl bir çözüm süreci izleyeceği konusu ele alınmıştır. Avrupa Konseyi, Lizbon Antlaşması onay sürecine devam etmeyi kararlaştırmıştır. Zirve’de ayrıca, Slovakya’nın 1 Ocak 2009 itibariyle Avro Alanı’na dahil edilmesine karar verilmiştir. 20 Haziran 2008 tarihinde Lizbon Antlaşması İngiltere Parlamentosu’nun üst kanadında (Lordlar Kamarası) 184 “hayır” oyuna karşı 277 oyla onaylanmıştır. Aralık 2008'de İsviçre Schengen Alanı’na katılmıştır. Üye devletler arasında iç sınır kontrollerinin kaldırılmasını amaçlayan Schengen Alanı 25 ülkeye genişlerken; İsviçre, İzlanda ve Norveç’ten sonra AB üyesi olmayan üçüncü Schengen ülkesi olmuştur. 1 Ocak 2009 tarihi itibariyle Slovakya Avro Alanı’na katılmıştır. İrlanda’da, Lizbon Antlaşması için 3 Ekim 2009 tarihinde yapılan ikinci referandumda, yüzde 67,1 “evet”, yüzde 32,9 “hayır” oyu ile Antlaşmayı kabul etmiştir. 22 Aralık 2009 tarihinde Sırbistan AB üyeliğine başvurmuştur. Lizbon stratejisinin yerini alan ve AB’nin yeni ekonomik dönüşüm stratejisini ve 2020 yılı için hedeflerini belirleyen “Avrupa 2020 Stratejisi: Akıllı, Sürdürülebilir ve Kapsayıcı Büyüme için Avrupa Stratejisi” raporu Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso tarafından 3 Mart 2010 tarihinde açıklanmıştır. 26 Mart 2010 tarihinde yapılan Konsey toplantısında, Avrupa 2020 hedefleri kabul edilmiştir. Avrupa 2020’nin üç temel önceliği şu şekilde sıralanabilir: • Bilgiye ve yeniliğe dayalı bir ekonomi geliştirerek akıllı büyüme, • Sürdürülebilir ekonomiyi düşük karbon ve az kaynak kullanarak ve rekabeti teşvik ederek sağlama, • İstihdamı artıran, sosyal ve bölgesel uyumu ön plana çıkaran, dâhil edici bir büyüme. Temel önceliklere istinaden ortaya konulan beş temel hedef ise şöyle: • 20 ile 64 yaş arasındaki nüfusun yüzde 75’inin iş gücüne katılıyor olması, • Avrupa Birliği Gayrı Safi Milli Hâsılası’nın (GSMH) yüzde 3’ünün araştırma – geliştirmeye harcanması, enerji tüketiminin yüzde 20’sinin yenilenebilir kaynaklardan sağlanması, • 2020 yılına kadar amaçlanan iklim ve enerji hedeflerine (20/20/20 olarak anılan üç hedef) ulaşılması, • Okulu bırakma oranının yüzde 10’un altına çekilmesinin ve gençlerin en az yüzde 40’ının bir yüksek öğrenim diploması almasının sağlanması, • Yoksulluk tehlikesi ile karşı karşıya olan insan sayısının 20 milyonun altına çekilmesi. Komisyon bu hedeflere ulaşmak için AB ve Üye Devletler tarafından uygulanması gereken yedi temel girişim de ortaya koydu. Bunlar: “Yenilik için Birlik”, “Hareketteki Gençlik”, “Avrupa için Dijital Strateji”, “Düşük Kaynaklı Avrupa”, “Yeşil Büyüme için Sanayi Politikaları”, “Yeni Yetenekler ve İşler için Strateji” ve “Yoksulluğa Karşı Avrupa Platformu”. AB’de Ekonomik Kriz 2008 yılından bu yana, öncelikle ABD’de baş gösteren ekonomik krizin etkileri Avrupa Birliği’ni de hayli etkilemektedir. Ekim 2009’da Yunanistan’da iktidara gelen Yorgo Papandreu Başbakanlığındaki PASOK Hükümeti, Yunanistan’ın 2009 yılı bütçe açığının, GSYH’sinin yüzde 12,7’si oranında olduğunu açıklamıştır (Bu oran daha sonra yüzde 13,6 olarak değiştirilmiştir). Ayrıca, Yunanistan’ın 594,5 Milyar Avro dış borcunun olduğu açıklanmıştır. Bunun yanında, Yunanistan’ın bugüne kadar ekonomisi ile ilgili Avrupa Birliği İstatistik Kurumu Eurostat’a yanlış veriler verdiği ortaya çıkmıştır. Bu gelişme, AB içerisinde, özellikle diğer bazı Avro Alanı ülkelerine (Portekiz, İspanya, İrlanda ve İtalya) yönelik domino etkisi yaratma endişesini de beraberinde getirmiş, “Avro” ilk krizini yaşamaya başlamıştır. Bilindiği üzere, Maastricht Kriterleri gereğince bir Avro Alanı ülkesinin bütçe açığı gayri safi milli hâsılasının (GSMH) yüzde 3’ünü geçmemelidir. Ancak, bugün yaşanan ekonomik kriz nedeniyle çeşitli AB üye ülkeleri bu koşulu sağlayamamaktadır. Başta Yunanistan’ı batmaktan kurtarmak için AB çeşitli düzenlemeler ve mali önlemler alma yoluna gitmiştir. Bu kapsamda, öncelikle Yunanistan bir “İstikrar ve Kalkınma Programı” hazırlamış ve Avrupa Komisyonu’na sunmuştur. AB ve Uluslararası Para Fonu (IMF), Yunanistan’a yardım amacıyla ortak bir “finansal güvenlik ağı” kurmaya karar vermiştir. Yunan Hükümeti’nin ekonomiyi düzeltme çabalarına destek olmak için, Avro Alanı’ndaki Üye Devletler, Yunanistan’a 80 Milyar Avro dolayında maddi yardım sağlayan, “Yunanistan Borç Fonu” adında, üç yıllık bir program üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Aynı zamanda, IMF ile yapılan yardım anlaşmasından sağlanacak olan 30 Milyar Avro’luk ve 110 Milyon Avro’luk bir borç paketi oluşturulmuştur. Yunanistan’daki kriz derinleştikçe başta Portekiz ve İrlanda olmak üzere çeşitli AB üye ülkelerinin de yardıma ihtiyacı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda, Mayıs 2010’da Avrupa Birliği tarafından, Avro Alanı’nda ekonomik güçlük çeken devletlere maddi destek sağlayarak Avrupa’daki ekonomik istikrarı koruma amacı güden “Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması” adında yeni bir mekanizma kurulmuştur. Bu mekanizmaya, 400 Milyar Avro’luk kısmı Avro Alanı ülkeleri tarafından garanti edilen, 750 Milyar Avro miktarındaki kurtarma paketi aracılığıyla fon sağlayan “ Avrupa Finansal İstikrar Fonu” kurulmuştur. Mayıs 2010’da ayrıca, Portekiz, bütçe açığının 2009 yılındaki oranı olan yüzde 9,4’ten, 2011 yılında 4,6’ya düşürülmesini planladıklarını açıklamıştır. İtalya da 2009 yılında GSYH’sinin yüzde 5,3’ü oranında olan bütçe açığını 2012 yılında GSYH’sinin yüzde 2,7’sine düşürmek amacıyla, 24 Milyar Avro’luk bir tasarruf paketini kabul ettiğini açıklamıştır. Bunun yanında, İspanya, Almanya, Fransa, İrlanda da kamu harcamalarında kesintiye gitmiş, emeklilik yaşında değişiklik yapmış, çeşitli önlemler almış ve mali kurtarma ve istikrar paketlerini 2009 yılı boyunca kabul etmişlerdir. Kasım 2010’da Yunanistan’dan sonra İrlanda da AB ve IMF’den 17,5 Milyar Avro’luk bir mali yardım paketi almıştır. Mayıs 2011’de ise AB ve IMF, bu sefer Portekiz’e üç yıllığına 78 Milyar Avro tutarında bir kurtarma paketi sunmuştur. AB’de derinleşen kriz nedeniyle hükümetlerin aldığı önlemlere karşı başta Yunanistan olmak üzere çeşitli AB üye ülkelerinde, başta sendikalar ve gençler olmak üzere halkın büyük bir kesimi çeşitli grev, eylem ve protesto yürüyüşleri düzenlemeye başlamıştır. Özellikle, AB üye ülkelerindeki genç nüfusta işsizlik oranı yükselmeye başlamış, emeklilik yaşları yükseltilmiş ancak kamuda çalışan personelin ve emeklilerin maaşlarında kesintiye gidilmiştir. Almanya ve Fransa önderliğinde AB yaşadığı ekonomik bunalım ile mücadele etmeye devam etmektedir. Bu doğrultuda, Almanya Başbakanı Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy her fırsatta “üye ülkelerde yaşanan sıkıntıların Avro para birimi ve AB’nin ekonomik entegrasyonu ile doğrudan bağlantılı olduğunu ve Avro’nun korunması için her türlü çabanın harcanması gerektiğini, bu amaç doğrultusunda gerekeni yapacaklarını” belirtmeye devam etmekte ve AB’nin bu doğrultuda adımlar atmasını sağlamaktadırlar.
« önceki Sayfa: 1 sonraki »
|
|